Şubatın ikinci haftasında, büyük küçük herkesin gözleri, gökyüzünde çavuşu görmeye şartlanmıştır. Çavuş derken öyle apoletli asker falan akla gelmesin. Asıl gelecek olan kelaynak sürüsünden önce gelen, sürünün göç güzergahı üzerinde konaklama yerlerini ve yuvalarını kontrol eden öncü gruba halk arasında; Çavuş denirdi. Çavuşu “İlk gören” olmak bir ayrıcalıktı. İlk görenler arasında bazen günler süren tartışmalar bile olurdu. “İlk ben gördüm” demek yetmiyor, ispat etmek te şarttı!! İlk görenin o yıl şansının daha yaver gideceğine inanılırdı. Ne de olsa, gelmesiyle memleket bereketlenecekti. Şehrin üzerinde tur atan çavuşa aşağıdan da çocuklar eşlik ederek;
“‐geliy ha geliy. Bereket geliy….”
Bazende;
Keçeléynak havada,
Yumurtası tavada,
Çığırın gelsin et yisin,
Et yimeyse dert yisin.
Bu tekerleme çocukların dilinde şehrin dar zabıklarında yankılanmaya başlar.
Maalesef, tam da bunu söylediğimiz 1960 lı yıllarda; tekerlemenin tam tersi, önceleri bu hayvanlara dert (DDT), daha sonra da et (kafeslere koyduktan sonra besleme amaçlı, günlük yağsız kıyma da)vermeye başladık!!
DDT öyle basit bir zehir değil, çıplak elleriyle bu zehiri yabani hayvan, arı, fare vb. hayvanların yuvalarina döken kişilerin, kazara parmaklarıyla gözlerini ovması sonucu körlüğe neden olabiliyordu. Yıllar sonra bile, bu kişilerin kan tahlillerinde DDT ye rastlanıyordu.
Ülkemizde, çevre ve doğa bilincinin ete‐kemiğe bürünmesi, kelaynakların soyunun tükenmemesi için yapılan çalışmalarla başladı dersek, pek te yanlış olan bir tespit yapmış olmayız.
60 lı yıllarda Birecik’li bir genç, Ankara Tıp Fakültesine kaydını yapar. Derslerine giren bir hocası sınıfa girer, yeni kayıt yapmış öğrencilere kendini tanıtır ve öğrencilere de;
“‐Sizler de kendinizi tanıtın bakalım.”, der.
Sıra Birecik’li gence gelir;
“‐Adım, Galip Akan. Aslen Birecik’liyim.”, der.
Birecik’li olduğunu öğrenince, Galip Akan’a;
“‐Dersten sonra odama gel.”, der.
Galip Akan’ı bir sıkıntı basar ve; “inşallah hemşehrilerimin bu adama bir kötülükleri dokunmamıştır. Yoksa hıncını benden alır.”, diyerek içinden geçirir.
Hocanın odasına varır, kapıyı çalarak içeri girer. Galip Akan’ın geldiğini gören hoca, ayakta karşılar ve oturmasını ister. Azar işiteceğini düşünen Galip Akan, gördüğü ilgi karşısında mahçup olur.
Hoca konuşmaya başlar;
“‐Birecik’te Kelaynak kuşu var. Mutlaka bilirsin. Bu kuşların soyunun, tükenmekle karşı karşıya olduğunu da biliyor musun?”, diye sorar.
Galip Akan;
“‐Hocam, soylarının tehlikede olduğunu bilmiyorum. Yalnız halk arasında bunların her yıl daha da azalarak geldikleri konuşuluyor.”
Hoca;
“‐Kelaynaklar için mutlaka birşeyler yapmak lazım. Bunun için bana yardım edeceksin. Memlekete gittiğinde, bu kuşların yuva kurdukları yerin fotoğraflarını çek. Belki sayamazsın ama, tahmini olarak adetlerini hesapla. Hava kararmadan hepsi yuvalarında olur, saymak için en uygun zamandır. Gündüz yuvasında kalan kuşları gözetle. Bunlar büyük ihtimalle ya çok yaşlı veya hastadırlar. Belediye ve İlçe Tarım Müdürlüğü’nden yardım isteyerek, hasta olanları sürüden izole etsinler ki; diğerlerine bulaştırmasınlar hastalıklarını.”
Galip Akan Birecik’e geldiğinde, tatilini bu kuşları fotoğraflamakla geçirir. Çektiği fotoğrafları Hocasına götürüp teslim eder.
Çekilen fotoğraflarla birlikte bir dosya hazırlanır ve Doğal Hayatı Koruma Vakfına (WWF) gönderilir. Vakfın yazışmaları sonucu, İngiliz Kraliyet Ailesi, bu işlere ayırdığı fonu, vakfın kullanımına açar.
İngiliz Kraliyet Ailesi Kuşları Koruma Derneği, Kelaynakların soyunun tükenmekle karşı karşıya olduğunu duyurunca, dünyanın önemli kuşbilimcileri konuya eğilmekte gecikmediler. Peki Kelaynakların soylarının tükenmesine ne sebep olmuştu? Bilindiği üzere göçmen olan bu kuş, baharın müjdecisi olarak ilçemize gelir, yumurtlar, yavrularını büyütür ve yaz sonunda da Suriye üzerinden, Fas ve Mısır’a, Nil kıyılarına geldiği yere giderler. Göç yolları üzerindeki ülkelerin birbirleriyle savaşları ve tarım ilaçlarının kullanılması ile sayıları iyice azalan bu kuşların sayılarının, daha da azalmasına neden olmaktadır. DDT denilen ve tarım zararlılarına karşı kullanılan bu ilaç; kelaynakların dışında başka canlılara, hatta insanlara da zarar verdiği anlaşılınca yasaklanır ama; kelaynaklar için neredeyse geçtir!
Salih Acar’ın anlatımından;
“1957-1958 yıllarında Suriye’den ülkemize gelen çöl çekirgesi akınını durdurmak ve süne hastalığı ile mücadele etmek için Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı, uçaklardan DDT ve benzeri zararlı kimyasallar atılarak ilaçlandı. Bunun sonucunda bölgede yaşayan ceylan, tilki, sırtlan, toy, mezgeldek ve benzeri pek çok tür zehirlenerek öldü. Kimyasal ilaçlama o kadar etkili oldu ki çiftçilerin ifadesine göre “dağda taşta akrep yılan bile kalmadı”. Ana besin kaynağı yılan, çıyan, akrep gibi canlılar olan kelaynaklar da bu ilaçlamadan nasibini aldı.”
Alman kuşbilimci Udo Hirsch; 70 li yılların başlarında Birecik’e gelerek çalışmalarına başladı. Yine bu yıllarda, sivil çevre ve doğa aktivistlerinden; Tansu Gürpınar, Belkıs Acar ve kuş ressamı eşi Salih Acar’da Birecik’te bulunarak çalışmalarına başlamışlardı.
0 yıllarda ben de İskele Çarşısında işyeri olan Ali Arifoğlu’nun yanında çalışmakta idim. Ali Arifoğlu ilk Almancı’lardan olup, Almanya’ya çalışmaya gitmiş ve bir müddet sonra geri dönmüştü. Almanya’da kaldığı süre içerisinde iyi derece Almanca öğrenen biri olmuştu. Bizlerin yolunu da kesiştiren, Ali Ustamın Almanca bilmesi idi. Salih Acar, Belkıs Acar, Tansu Gürpınar ve Udo Hirsch; Ali Arifoğlu’nun tercümanlığında fikir ve bilgi alışverişlerinde bulunurlardı. Ayrıca o yıllarda küçük bir motorlu kayığı olan Battal Durmaz’dan da yardım talep ederler. Talebe ilgisiz kalmayan Battal Durmaz, grubu, fıratta oluşan adalara veya karşı kıyıya götürür, inceleme yapmalarına yardımcı olurdu. Bu kişilerin yabancı olduğunu bilen çocuklar grubun peşinde dolaşırlardı. Bundan en çok, bir ayağı aksak olan Salih Acar, rahatsızlığını bana belli edercesine;
“‐Mehmet, bu çocuklar hiç aksayan adam görmemişler mi , arkamızdan eksilmiyorlar?”, diye sorunca ben de, gülümsememi gizleyerek;
“‐Yok Salih Abi, onların ilgisini, senin giydiğin parka ve Udo’nun top sakalı çekiyor. O yüzden peşinizdeler. Yoksa, mayınlar yüzünden Türkiye’nin en çok topalı bizim ilçemizde var.”, demiştim.
Grup; çalışmalarının kurumsallaşması için, Birecikte kaldıkları otelde DOĞAL HAYATI KORUMA DERNEĞİ’ni kurma kararı alırlar ve amblem olarakta Salih Acar’ın Kelaynak resmini seçerler.
Sezgileriyle, bu kuşlar tarım ilaçlarının kullanıldığı arazilerde yayılmayı artık terkederek daha çok fırat üzerinde oluşan adalarda ve Orman Fidanlık arazisinde yayılmaya başlarlar.
Tercümanlık derken Dr. Galip Akan’dan bahsetmeden geçmek olmaz.. Artık meslek sahibi olan ve mesleğini Birecikte icra eden, Dr. Galip Akan’ın yolu da Udo Hirsch ile kesişir. Yüksek lisansını Almanya’da yapan Galip Akan, çok iyi derece de Almanca bilmektedir. Daha fakültede okurken hocalarının soruları üzerine kelaynaklara ilgisi artmış, kelaynaklarla ilgili topladığı bilgileri hocalarına da aktarmıştır. Udo hirsch, Birecik’e gelince, tam bir biliminsanı dayanışması göstermiştir. Galip Akan; Udo’nun çalışmalarına katılarak hem tercümanlık, hem de mihmandarlık yapmıştır.
Kelaynakların Birecik’i seçmesi tesadüf değildir. Fıratın doğu tarafında beyaz, yumuşak kalkerden oluşan, halkın, “kayalar altı” dediği yere yuvalarını kurarlar. Bu kayaları oyup yuva yapmaları çok kolaydır. Etçil olan bu hayvan, nisan-mayıs aylarında, fırat sularının çekilmesiyle ortaya çıkan ve çoğalan böceklerle beslenerek yaşamlarını sürdürürler. Yılda 1‐4 arası, yumurta yapan bu kuşların kuluçka süreleri dört haftadır. Yumurtadan çıkan yavruların başında ve boğazında tüyler bulunmasına rağmen, erişkin olduklarında bu tüyler dökülür ve adlarını da, başlarında tüy olmamasından alırlar. Ortalama 25‐30 yıl yaşarlar. 5 yaşına gelmiş olanlar erişkin sayılır. Tek eşli(monogami) ve eşlerine sadık bir yaşam sürerler. Tüyleri siyah olmasına rağmen, bazen güneş ışıklarının koyu tonlarını yansıtatarak, parlak yeşil ve mor görünürler.
Çeşitli kaynaklarda; bu kuşların sayısının 1973 te 26 çift oldukları yazılıdır. 2003 yılında 25 adete kadar düşerler. Bu tarihten sonra kelaynaklar kafeslere alınarak korunmaya ve sayılarının bu şekilde artırılması sağlandı. Esasında göçmen olan bu kuşun uzun süre kafeste tutulması beraberinde başka tehlikeleri; uzun vadede bir kümes hayvanına dönüşmesine, kümes hayvanı hastalıklarına yakalanmasına, daha da önemlisi, göç yetisini kaybetmesine neden olabilirdi. 2008 yılında çip takılarak uçurulan iki kuş, uydudan izlenerek göç yerine varması, korkulanın olmadığını gören bilim dünyası, sevince boğuldu.
Kelaynak Üretme İstasyonunun sorumlusu, halk arasında; “kelaynakların babası” olarak bilinen, Mustafa Çulcuoğlu’nun bana aktardıkları:
“‐şu an 299 adet kuşu kafeslerde tutuluyor ve göçe hazır yetişkinler olunca da salıvereceğiz. Bu yıl, göç için 30 adet salıverdik. 18 adeti gitti, 12 adet kelaynak ise; gitmediler ama, her an gidebilirler. Kafestekileri yağsız kara et ve havuç püresi ile besliyoruz. Ortalama dört yumurta yapan anaçlardan, en fazla iki civciv hayatta kalabiliyor.”
Şimdiler de; kelaynakların göç yolları üzerinde ki coğrafyalarda, savaşların sürüyor olması soylarının devamı açısından en büyük tehlike olarak devam etmektedir. Ama o; kelaynaktır:
Büyük yıkımlar, büyük afetler, büyük yangınlar, büyük depremler görmüştür.
Nuh tufanını görmüştür..
1. ve 2. Dünya savaşını görmüştür ve yok olmamıştır.
İnsanlığın savaştan vazgeçmeyen tüm aymazlığına rağmen, BEREKETİNİ bizlerden esirgemeyeceğine inancım tamdır.
MEHMET YAGIBASAN